Güldük, hep güldük. Dünyanın öküzlerin boynuzları üzerinde durduğunu
düşünen insanlara, dünyanın düz olduğuna inanan insanlara durmadan
güldük. Salaktı çünkü onlar bize göre ve biz, 21. yüzyılda tek tek çok
zeki insanlarız. Sınırsız hayal güçlerimizle, bilgisayarlarımızdaki
sınırları kaldırdık. Uzak coğrafyaların bilinmez insanlarına ulaşmamız
yalnızca saniyelerimizi alıyor. Çok güzel telefonlarımız var artık.
Öylesine ki, neredeyse ekrana bakınca aklımızdan geçen kişiyi
arayacaklar. Hızlı arabalara biniyoruz ve istediğimiz her programı 1000
kanallı kara kutularımızda izliyoruz. Bilgilere ulaşmamız yalnızca
saniselere bakıyor ve tanrısal bir güçle bağlanıyoruz Dünya'ya. Sesin
içine öyle güzel gömülmüşüz ki ne sessizliği anlıyoruz, ne de çığlıkları
duyacak halimiz var. En güzeli de Dünya'nın yuvarlak olduğunun ve
öküzlerin boynuzlarında dönmediğinin farkındayız.
Saatlerimiz var mesela bizim. Zamanı gösteren. Zamanı görmekle
yetiniyoruz biz artık. Zamanın içindekileri görmek zor geliyor. Koskoca
bir yanılsamanın içinde, yadsınmış hayatlarımızla yalıtılmış hayaller
kuruyoruz. Farklı coğrafyalarda, aynı zamanı yaşadığımız insanlar,
yalnızca ''ötekiler'' bizim için. Açlık ve susuzluğun yaşandığı
coğrafyalar, savaşı görenler, ölenler yalnızca 3 dakikalık bir haber ve 1
saatlik sohbet konusu bizim için. Pizza Kulesi'ni görünce Galilleo'yu
hatırlayan insan sayısı şükür ki azaldı. Artık O'na dayanmış gibi
fotoğraf çektirebilecek kadar yüksek bir perspektife sahibiz. Bu
tanrının bir lütfu olmalı.
Sosyolojik kuramlar neyse ki artık önemsiz. Nitekim Sartre ve Durkheim
gibi aptalların değil de dahi siyasetçilerin söylediklerini dinlemeyi
öğretti bize zaman. Farkında değiliz belki ama kendini bir bilinmeze
emanet eden ve bu uğurda acı çeken belki de tek canlı türü olarak tarihe
adımızı altın harflerle yazıyoruz. Sınırlarımız, dillerimiz ve
dinlerimiz var bizim. Öldürmeyin emrini kendi dilimizdeki, dinimizdeki
haliyle öğrenmeyi reddedenleri öldürerek zafere yaklaşıyoruz. Dilin
neden var olduğunu unutup, herkesi kendi dilimizde konuşmaya zorlamak
gibi muhteşem bir politikayla var ediyoruz egolarımızı.
Birbirimizi anlamak gibi bir derdimiz yok artık. Ne de olsa kendimizi
bile anlamıyoruz. Ben'lik sorunumuz olmaması da bir modern yaşam
başarısı olsa gerek çünkü artık ortada ''ben'' de yok. Kendimizi siyasi
kimliklerimizle, kazandığımız parayı bize getiren işlerle tanımlamak çok
daha lezzetli geliyor.
Şükürler olsun ki bilim ve sanat denen iki saçmalığın da artık Dünya'da
gerekliliği ve geçerliliği yok, Einstein'ın dil çıkarmış fotoğrafının
odamızdaki o güzel duruşunu saymazsak eğer. Öylesine muhteşem bir çağın
çocuklarıyız ki, Dünya'yı öküzlerin boynuzundan alıp siyasilerin kravat
düğümlerinin içine oturttuk. Ve siyaset denen o yapay kabullenişin,
dinmek bilmez zehrin içine oturttuk zamanı. Sınırlarımız, dinlerimiz ve
dillerimizle kendi güzel ve özgür Dünya'mızı yarattık. Ancak biri bizi
durdursa iyi olur çünkü bir sonraki aşamada siyasilerin kravat
düğümünden çıkan Dünya'nın nereye gireceği hala muamma.